Yayınlanma Tarihi: 25 Mayıs, 2023 Yazar: Ali Alper Tüfekçi
Brexit, dünya kamuoyunda, sadece siyasi ve ekonomik boyutları dahilinde değerlendirilen bir olay olsa da konunun hukuki temeli, İngiltere’nin yaklaşımlarına karşın AB’nin, İngiltere’yi birlikte tutmak adına kendi iç hukukunu ön plana çıkarma çabası, Brexit’in göz ardı edilen, kritik bir boyutunu da ortaya çıkarmıştır. Brexit’in, İngiltere’nin kendi hukuki bakış açısına ve uluslararası hukukun, belirli birlik ve organizasyonlara üye ülkelerin bu üyeliklerden ayrılması konusunda sunmuş olduğu meşru fırsatlara istinaden AB üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanılmış olması, aynı zamanda, gelecekte AB’den ayrılma arzusunda olan ülkelerin birçokları için de meşru bir zemin oluşturmaya aday gözükmektedir.
Brexit’te İngiltere’nin Hukuki Dayanakları
İngiltere için bir dayanak olarak nitelendirilebilecek olan Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin (VAHS) 54. maddesine göre bir antlaşmada herhangi bir aksi hüküm yok ise tüm taraf devletlerin rızası ile söz konusu antlaşmadan çekilmek mümkündür. Fakat Avrupa Birliği’nin kurucu antlaşmalarının ana hedefine bakıldığında, ayrılmadan ziyade bir bütünleşme, bu şekilde de ayrılma söz konusu olsa bile bunun mücbir sebepler ile gerçekleşmesi öngörülmektedir. Bu nedenle de birlik içerisinde tamamıyla onay verilmedikçe ayrılık söz konusu olmayacağı gibi VAHS hükmü de bir dayanak olmaktan çıkmaktadır. Yine de İngiltere açısından, VAHS’nin 62. maddesinde yer alan mevcut olan şartların bir antlaşmanın imzalandıktan sonraki süre zarfında, öngörülmeyen şekilde köklü bir değişikliğe uğraması neticesinde ortaya çıkan antlaşmadan çekilme durumu, geçerli bir gerekçe olarak kabul edilebilmektedir. Nitekim İngiltere, AB içerisindeki uygulama, teorik yaklaşım, temel dayanak vb. hususların, dönemsel olarak yaşadığı değişimleri, VAHS’nin 62. maddesine somut bir örnek göstererek AB’den ayrılmak isteğini dile getirmiştir (Topaloğlu, 2018, s. 343-345).
VAHS, İngiltere için önemli bir ilk adım olarak değerlendirilebilir. Çünkü İngiltere’nin sadece kendi iç hukukuna dayalı olarak Brexit’ten ayrılma arzusu, daha resmi olarak dile getirilmediği dönemde dahi ciddi eleştiriler ile karşılaşmıştır. Brexit yanlısı İngiliz kesimler için ise konunun uluslararası hukuk boyutunda bir avantaj elde etmiş olması, gelecekte, İngiltere’nin kendi hukukunu milliyetçi bir tutum ile ön plana çıkarmak adına güçlü bir zemin teşkil etmiştir.
Genel olarak değerlendirildiğinde, İngiltere, herhangi bir yazılı anayasaya sahip olmaması nedeni ile AB’den ayrılma konusunda belirli hukuki engellere de sahiptir. Fakat bu durum, aynı zamanda, İngiltere için bir avantaj olarak da değerlendirilebilir. Söz konusu durum, İngiltere’nin, prensipler bazında kararlar almak sureti ile kendisine avantaj yaratmasına imkân sağlamaktadır. İngiltere’nin AB karşısında, hukuki dayanaklarının siyasi boyutunda egemen olan husus parlamentonun kararları olmaktadır. Parlamento, AB’den ayrılma konusunda çoğunluğu sağladığı süre zarfında İngiltere, birlikten ayrılma konusunda yeterli kriterlere ve egemen karar alma gücüne sahip olmaktadır. Parlamento ya da Kraliçe’nin doğrudan yapacağı başvuru, İngiliz hukuku açısından, İngiltere’nin AB’den doğrudan doğruya ayrılması konusunda yeterli bir adım olarak nitelendirilmektedir (Arsava, 2018, s. 13).
Uzun süre boyunca İngiltere’de en ciddi ölçekli tartışma konusu, parlamentonun bu sürece nasıl bir destek vereceği ya da nasıl bir karşıtlık sergileyeceği yönündeydi. Yaklaşık üç yıl boyunca, konunun hukuki boyutunun da ön plana çıkarılması sureti ile İngiliz parlamentosunun, Brexit karşıtı bir tutum sergilediği görülmüştür. Fakat gerek VAHS gerekse de İngiltere’nin kendi, teamüllere ve doktrinlere dayalı anayasal yapısının toplum nezdinde de büyük destek görmesi neticesinde parlamentonun tavrında ve Brexit’in hukuki meşruluğuna olan inancı hususunda bir dönüşüm ve pozitiflik göze çarpmıştır.
Aslında İngiltere’nin Brexit tercihinde önemli hususların başında, hukuki anlamda İngiltere’nin yaşadığı baskı gelmekte ya da İngiltere, AB’yi, kendi üzerinde bir hukuki baskı unsuru olarak nitelendirmektedir. Geçen zaman zarfı içerisinde, İngiltere’de Adalet Bakanı olarak görev alan Michael Gove, AB’nin İngiltere için önemli bir ortak olduğunu, ancak hukuki anlamda İngiltere üzerinde ciddi bir bağımlılık ve baskı yarattığını dile getirmiştir. İngiltere’nin bu şekilde manevra alanının kısıtlandığını dile getiren Gove, Brexit yanlısı toplantılarda, konunun hukuki boyutunu ön plana çıkarmak sureti ile Brexit’e destek arayışında olmuştur (Kutlay, 2017, s. 7-8). Gove’un bu söylemi önemlidir; zira İngiltere, daha önce de belirtildiği üzere teamüller ve doktrinler temeline dayalı bir anayasa mekanizması ve hukuki sisteme sahip olması vesilesi ile kendisine has bu yapısını uzun yıllardır korurken AB, kendi hukuki normlarını İngiltere’ye dayatma konusunda, yeni bir aktör olarak İngiliz hukuk sistemine eklemlenmeye çalışmıştır. Bu durum, İngiltere açısından köklü bir şekilde reddedilmiş ve AB’de kendi hukuki yapısını, İngiltere ile uyumlu hale getirme konusunda herhangi bir çaba sarf etmemiştir.
Öte yandan, AB hukuku açısından süreç ele alındığında, üye devletlerin iç hukuku üzerinde net bir baskının kurulmadığı, ancak bağlayıcılık konusunda bir baskı kurulmaya ve sürecin karmaşık hale getirildiği de görülmektedir. AB Antlaşması’nın 50. maddesine göre “Her üye devlet, kendi anayasal kurallarına uygun olarak Birlik’ten çekilmeye karar verebilir”. Fakat aynı maddenin ikinci bölümünde, sürecin nihai kararının Avrupa Konseyi’nin kararına bırakılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Yine aynı maddenin üçüncü bölümünde, sürecin bir konsensüs içerisinde işlememesi neticesinde, eğer üye devlet ayrılma kararında ısrarcı olursa, iki yıllık bir sürenin, üyenin birlikten ayrılması adına öngörüldüğü belirtilmektedir (Karacan, 2018, s. 407). Bu tip bir hukuki karar alma karmaşası, İngiltere için olduğu kadar AB’nin zaten politik açıdan sancılı günler geçirdiği bir süreçte, birlikte ayrılma arzusunda olan ülkeler açısından da bir koz olarak nitelendirilebilecektir. Çünkü AB, kendi iç hukukunda, birlikten ayrılma ya da ülkelerin ulusal hukuk mekanizmalarının AB iç hukuku ile uyumluluğu konusunda herhangi, güçlü bir yaptırım mekanizmasına sahip değildir.
AB üyesi bir ülke açısından önem arz eden husus, hukuki anlamda söz konusu olan konu başlıklarının, AB kurumları ile üye ülkeler arasında mutlak bir uyum içerisinde değerlendirilmesi ve sonuca kavuşturulmasıdır. Üyelikten ayrılma süreci de yine bir konsensüs ve AB iç hukukunun hakimiyetine dayalı süreç olarak değerlendirilebilir. Buna karşın Lordlar Kamarası’nın 1991 yılında almış olduğu bir karar neticesinde, AB mevzuatının, İngiltere’nin kendi iç hukukundan daha üstün bir konumda olduğu kabul edilmiş olmasına karşın, bu tip bir üstünlüğün ve yetki devri olarak nitelendirilebilecek durumun geri dönüşü olmayan bir durum şeklinde değerlendirilemeyeceği de yine aynı karar içerisinde belirtilmiştir. Öte yandan yine aynı kararda, İngiliz Parlamentosu’nun halen kurucu antlaşmalar üzerinde değişiklik yapma yetkisinin varlığına atıfta bulunulmaktadır (Topaloğlu, 2018, s. 343).
Lordlar Kamarası tarafından alınan bu karara bakıldığında, aslında, 1991 yılında İngiltere’nin son derece önemli ve geleceği garanti altına alan bir kararın altına imza attığı dikkati çekmiştir. Bu kararla hem bir AB üyesi ülke olarak AB’nin varlığına ve hukuki yapısına duyulan saygı vurgulanmış hem de İngiltere’nin kendi hukuki mekanizmasından vazgeçmesinin ve kendi hukuki otoritesini bir üst otoriteye devretme konusunda herhangi bir niyetinin bulunmadığının mesajı da verilmiştir.
Brexit’in Gelecekteki Hukuki Getirileri
İngiltere’nin AB’den ayrılması ile birlikte ortaya çıkan, ancak yersiz olarak nitelendirilen endişelerden en önemlisi, AB hukuku dışında kalmak ve İngiltere’nin kendi hukukuna göre hareket ederek, AB’den ayrılmasının çeşitli siyasi ve ekonomik etkileri ile yüzleşmesidir. Genel olarak bakıldığında, İngiltere’nin almış olduğu karar, büyük ölçüde kendisinin bağlı olduğu ve tek taraflı kanunlara dayanıyor gibi gözükse de aslında İngiltere açısından bu durum bir tehdit ya da risk oluşturmamaktadır. Çünkü hem ayrılık süreci hem de ayrılık sonrası süreç için İngiltere, kendi hukukunun öngördüğü hususlara dayalı olarak hareket etmesiyle uluslararası hukuka uygun bir şekilde davranmaktadır. Bu durum, AB’nin İngiltere’ye, gelecek süreçte, herhangi bir baskı ya da yaptırım uygulamasının önüne geçmekte, böylelikle de İngiltere, kendi parlamentosunun almış olduğu bir karara dayalı olarak meşru karar alma yetkisini kullanmaktadır (Gee ve Young, 2017, s. 63).
İngiltere, daha önce de değinildiği üzere, Brexit hamlesi ile AB’den ayrılmak isteyen diğer ülkelere, istemende de olsa bir yol haritası sunmuştur. Özellikle de sürecin, ABA’ya dayandırılarak İngiltere’ye herhangi bir yaptırım uygulanmaması, üye ülkelerin kendi iç hukukları ile birlikte uluslararası hukuka dayanarak AB’den ayrılmaları konusunda rahat hareket etme imkânı sunmaktadır. Bu vesile ile AB iç hukukunun, Avrupa’daki genel hukuk anlayışının dayandığı temel ilkeler ile uyumlu hareket etmediğini anlamak da mümkündür.
Bir başka açıdan değerlendirildiğinde, İngiltere’nin AB’den ayrılması, kendisi açısından son derece önemli hukuki bir süreç incelemesi ve uygulaması gerektirse de Kuzey İrlanda, İrlanda Cumhuriyeti ve İskoçya’nın hukuki statülerinin de sürecin içerisinde değerlendirilmesinin önemi artmıştır. Buna göre İngiltere kendi iç hukuku açısından Brexit’i meşru olarak görüp süreci sonlandırsa bile özellikle İskoçya’nın ve iki İrlanda’nın Britanya ve AB arasında kalmışlığını çözüme kavuşturmak zorunda kalacaktır. Çünkü bu ülkelerde, Brexit karşıtlığı ve İngiltere’nin hukuki mekanizmasına tabi olmamak ya da tam bağımsız hareket etme arzusunun varlığı, İngiltere’nin hukuki anlamda Brexit’i meşru kılma, süreci hızlandırma ve ABA’nın dışında hareket etmesinin önüne geçmektedir (Owen vb., 2020, s. 16).
İngiltere’nin, Brexit’in hukuki boyutu konusunda belirli bir süre daha sorun yaşaması muhtemel olan konu İrlanda ve İskoçya meseleleridir. İngiltere, Brexit ile birlikte AB’den ayrılığını hukuki olarak meşrulaştırmıştır. Fakat özellikle İskoçya’nın AB içerisinde kalmak adına İngiltere’nin almış olduğu referandum ve parlamento kararlarına halen itiraz ediyor olması; bunun yanı sıra İskoçya’nın İngiltere’den ayrılmak adına uzun yıllardır sürdürdüğü siyasi ve hukuki mücadele, bu sefer Britanya’da da bir politik ayrılığın yaşanmasına meşruiyet kazandırabilecek durumdadır. Çünkü Brexit, AB genelinde olduğu gibi Britanya toprakları üzerinde de sürekli olarak örnek gösterilebilecek konumda bir karar olmuştur.
AB’den, 1 Şubat 2020 itibari ile ayrılan İngiltere, bu ayrılık ile birlikte yeni bir tarihi dönemecin içerisine de girmiş oldu. Konunun hukuki boyutları her ne öngörürse ya da her ne sunarsa sunsun, İngiltere için konunun hukuki boyutları çok daha fazla önem kazanmış durumdadır. Brexit sürecinin sonuçlandığı dakikalarda, İngiltere Başbakanı Boris Johnson yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında, Brexit’in İngiltere açısından asla bir gerileme ya da bocalama dönemi olmayacağını belirtti. Johnson’ın konuya dair en çarpıcı söylemi, yeni dönemde, tamamıyla İngiliz halkının çıkarlarına odaklı bir yasal çerçevenin oluşturulacağı konusunda garanti vermesi ve İngiltere’nin hukuki yapılanmasında, belki de binlerce yıl sonra yeni düzenlemelere gidileceğini belirtmesi oldu (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-51294298).
Başbakan Johnson’ın bu söylemi son derece önemli olmakla birlikte İngiltere’nin de kendi içerisinde bir hukuki dönüşüm yaşaması konusunda milat olarak kabul edilebilecek bir durumu ifade etmektedir. Aslında Brexit, sadece İngiltere’nin AB’den ayrılması ile sonuçlanan bir süreci değil, aynı zamanda, İngiltere’nin içerisindeki hukuki tabuların da yıkılması adına devrimsel bir konu olarak değerlendirilebilir. Mutlaka ki İngiltere, bu süre zarfı sonrası itibari ile kendisine bir yazılı anayasa oluşturmayacak ve hukuki yapısını köklü olarak değiştirmeyecek. Fakat Brexit, İngiltere için sosyoekonomik ve sosyokültürel anlamda hukukun kalıplaşmış, çok fazla tartışılmayan, ancak yenilenmeye muhtaç noktalarının dönüşümü açısından da bir yol haritası olarak değerlendirilebilecektir.
REFERANSLAR
Arsava, A. F. (2018). AB’den Çıkma – Brexit’in Nedenleri ve Hukuki Çerçeve. “Hukuki, Siyasi ve İktisadi Yönleriyle Avrupa Bütünleşmesinde Son Gelişmeler ve Türkiye-AB İlişkileri” içerisinde, Sanem Baykal, Sinem Akgül Açıkmeşe, Belgin Akçay ve Çağrı Erhan (Ed.). Ankara: ATAUM Yayını, 3-26.
“Brexit – İngiltere AB’den ayrıldı, Başbakan Johnson ‘Son değil başlangıç’ dedi”, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-51294298 (26.02.2020).
Gee, G. & Young, A. L. (2017). Regaining Sovereignty? Brexit, the UK Parliament and the Common Law. In “Leaving the EU? The Legal Impact of “Brexit” on the United Kingdom”, Graham Gee, Luca Rubini & Martin Trybus (Eds). Birmingham: Institute of European Law, 53-64.
Karacan, P. (2018). Brexit: Avrupa Birliği Hukuku ve Birleşik Krallık Açısından ‘Buzdağının Görünen Yüzü’. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 19(3), 403-416.
Kutlay, M. (2017). ‘Brexit’ Sonrası İngiltere ve AB Bütünleşmesinin Geleceği. Ankara: Özgürlük Araştırmaları Derneği Yayını.
Owen, J., Jack, M. T., Wright, G., Sargeant, J., Stojanovic, A. & Etherington, H. (2020). Getting Brexit Done – What Happens Now?. London: IfG Insight.
Topaloğlu, G. (2018). Avrupa Birliği’nden Ayrılma Hakkı ve Brexit Süreci. TAAD, 9(34), 341-365.